Müslüman fen adamları Sual: Bazı kimseler, “Müslümanlıkta hep ibadet olduğu, fenne gereken önem verilmediği için, müslümanlar arasında fen adamı çıkmamıştır. İslam dini, fenne önem verseydi, müslümanlar arasından da Edisonlar, Pastörler çıkardı” diyorlar. Neden müslümanlardan fen adamları çıkmamıştır?
CEVAP
İslam dini, bütün yenilikleri emreden bir dindir. İşte bundan dolayı ilim adamlarına çok önem verilmiş, ilmi, fenni ve teknik araştırmalar yapılmış, müslümanlar tıpta, kimyada, astronomide, coğrafyada, tarihte, edebiyatta, matematikte, mühendislikte, mimarlıkta ve bunların hepsinin temeli olan, güzel ahlak ve sosyal bilgilerde, en üstün dereceye varmışlardır.

Batının bugün dahi büyük saygı ile andığı kıymetli bilginler, mütehassıslar, üstadlar yetiştirmişler, dünyanın hocası, medeniyetin önderi olmuşlardır. O zaman; yarı vahşi olan Avrupalılar, en modern bilgileri İslam üniversitelerinde öğrenmişler, hatta Papa Sylvester gibi, hıristiyan din adamları bile Endülüs Üniversitelerinde okumuştur.

Bugün bile, hâlâ Avrupa dillerinde kimyaya �Chemie� ve cebire [Arapça El-cebir kelimesinden] “Al-gebra” adı verilmektedir. Çünkü bu ilimler, önce müslümanlar tarafından dünyaya öğretilmiştir. Avrupalılar, dünyayı tepsi gibi dümdüz ve etrafı duvarlarla kaplı zannederken, müslümanlar, ilk olarak, dünyanın küre şeklinde olduğunu ve döndüğünü buldular.

Dünyada ilmin öncüleri olan ve İslam kültürü ile yetişen ilim adamları çoktur. Bazıları şunlardır:
Ali Kuşcu, büyük astronomi âlimi, ilk defa Ayın şekillerini anlatan kitap yazdı.

Almar
, ilk defa katarakt ameliyatını gerçekleştirdi.

Battani
, dünyanın en meşhur astronomi âlimi ve trigonometrinin kaşifidir.

Biruni
, dünyanın döndüğünü ve yerçekimini Newton�dan önce ispat etti.

Cabir bin Hayyan
, atom bombası fikrinin ve kimya ilminin babası olan büyük dahidir.

Cezeri
, 8 asır önce otomatik sistemin kurucusu ve bilgisayarın babasıdır.

Demiri
, Avrupalılardan 400 sene önce zooloji ansiklopedisini yazmıştır.

Ebu Bekir Razî
, o zamana kadar aynı hastalık sanılan kızıl, kızamık ve çiçeğin ayrı hastalıklar olduğunu ilk defa bulan tabiptir.

Ebu Kâmil Şuca
, Avrupa�ya matematiği öğretmiştir.

Ebül-Vefa
, trigonometride tanjant, kotanjant, sekant, kosekantı bulan matematikçidir.

Farabi
, ses olayını ilk defa fiziki yönden açıklamıştır. Sesin fiziki izahını ilk defa o yapmıştır.

Fatih Sultan Mehmed
, havan topunu keşfetmiştir.

Gıyasüddin Cemşid
, matematikte ondalık kesir sistemini ilk defa bulmuştur.

Huneyn bin İshak
, göz doktorlarının babası sayılır.

İbni Cessar
, cüzzamın sebebini ve tedavilerini 900 sene önce açıklamıştır.

İbni Firnas
, Wringt kardeşlerden bin sene önce ilk uçan aracı yapıp uçmayı gerçekleştirmiştir.

İbni Haldun
, tarihi, ilim haline getirmiş, sosyolojiyi kurmuştur.

İbni Hatib
, vebanın bulaşıcı bir hastalık olduğunu ilmi yoldan açıklamıştır.

İbni Karaka
, dokuzyüz yıl önce harika bir torna tezgahı yapmıştır.

İbni Sina,
hastalıkların mikroplardan geldiğini ilk bulan hekimdir.

İbni Türk
, cebirin temelini atan bilginlerdendir.

Kadızade Rumi
, yaşadığı asrın en büyük matematik ve astronomi bilginidir. Fizik kurallarını astronomiye uygulamıştır.

Kambur Vesim
, verem mikrobunu R. Koch�dan 150 sene önce keşfetmiştir.

M. Akşemseddin
, Pasteur�den 400 yıl önce mikrobu buldu.

Nurüddin Batruci
, Endülüs İslam üniversitesinde astronomi profesörü idi. Güneş merkezli sistemi Kopernik�ten önce o kurdu.

Piri Reis
, 400 sene önce bugünküne çok yakın dünya haritasını çizmiştir.

Uluğ Bey
, çağının en büyük astronomudur.

Lagari Hasen Çelebi
, füzeciliğin atasıdır. Osmanlılarda ilk defa füzeyle uçan budur.

Fen bilgilerinin temeli
Avrupalı, fen bilgilerinin çoğunu ve hepsinin temelini İslam kitaplarından aldı. Avrupalılar, dünya tepsi gibi düz, etrafı duvar çevrili zannederken, Müslümanlar dünyanın yuvarlak olup, kendi etrafında döndüğünü biliyorlardı. Hatta Musul�un Sincar sahrasında, meridyenin uzunluğunu ölçerek, bugünkü gibi buldular. (Şerh-i Mevakıf), Kopernik, Newton, dünyanın döndüğünü, Müslüman kitaplarından öğrenip söyleyince, suç sayıldı. İslam hekimlerinin eserleri ortaçağda ders kitabı olarak dünya üniversitelerinde okutulmakta idi. Batı�da akıl hastaları şeytan tarafından tutulmuş kimseler olarak canlı canlı yakılırken, Müslüman ülkelerinde özel akıl hastaneleri kurulmuştu.

Galile

Fen, olayları görmek, inceleyip anlamak ve deneyip benzerini yapmak demektir ki, bu üçünü de dinimiz emretmektedir.

İslam ilimleri iki kısımdır:
1- Din bilgileri,
2- Fen bilgileri. İslam âlimi olmak için her ikisini de öğrenmek gerekir. Din bilgilerini öğrenmek ve yapmak, her Müslümana farz-ı ayndır. Fen bilgilerine, sanata ve en modern harp silahlarını yapmaya uğraşmak, farz-ı kifayedir. Bu iki farzı yerine getiren millet, muhakkak ilerler, medeni olur. Bir âyet-i kerime meali:
(İsteyene dünya nimetlerini; isteyene ahiret nimetlerini veririz.) [Şûrâ 20]

İstemek, sebebe yapışmak, yani çalışmakla olur. Allahü teâlâ, çalışanlara dilediklerini vereceğini vaad ediyor. Müslüman olsun olmasın, çalışan herkese, vereceğini bildiriyor. Amerikalılar, Japonlar böyle çalıştıkları için dünya nimetlerine kavuşuyorlar. Ortaçağdaki Müslümanlar, böyle çalıştıkları için, medeniyet rehberi olmuşlardır. Abbasiler ve Osmanlılar son zamanlarında, iç ve dış düşmanların tesirleriyle, fen bilgilerini öğrenmekten ve öğretmekten mahrum edildiler. Bu sebeple muazzam devletleri çöktü.

Din ve fen
Din düşmanları, temiz gençleri aldatmak için, (İslamiyet ilerlemeye engel olmaktadır. Hıristiyanlar ilerliyor. Her nevi fen vasıtası yapıyorlar. Tıpta, savaşta, haberleşmelerde kullandıkları fen aletleri, gözlerimizi kamaştırıyor. Biz de hıristiyanlara uymalıyız) gibi sözlerle, İslamiyet�teki güzel ahlakı, kardeşliği bıraktırmaya uğraşıyorlar ve Avrupalılara, Amerikalılara benzemeye ilericilik diyorlar. Gençleri, kendileri gibi İslam düşmanı yapmaya, felakete sürüklemeye çalışıyorlar.

Halbuki İslamiyet, fende, sanatta ilerlemeyi emrediyor. Hıristiyanlar ve bütün gayrı müslimler, babalarından, ustalarından öğrendiklerini yapıyorlar. Önceki neslin yaptıklarını, ufak tefek ilavelerle, tekrar yapıyorlar. Öncekiler yapmasalardı, bunlar hiçbirini yapamazdı. (Tekmil-i sinaat telahuk-ı efkar iledir) sözü asırlarca önce söylenmiştir. Yani sanatın, fennin, tekniğin ilerlemesi, fikirlerin, deneylerin birbirlerine eklenmesi ile olur.

Fendeki yenilikler
Tarih gösteriyor ki, fendeki yenilikleri, hep müslümanlar yaptı. Fen bilgilerini, fen aletlerini yüz sene evvelki hâle kadar yükselttiler. Bu terakkilere, hep İslam dini ve bu dini tatbik eden İslam devletleri sebep oldu. Hıristiyanlar, haçlı seferleri ile İslam devletlerini yıkamadıkları için, siyasi oyunlarla, yalanlarla, hilelerle, içerden yıktılar. Bunların topraklarında, muhtelif rejimler kurdular. Fakat, İslamiyet�i yok edemediler. Müslümanlardan kalan, fendeki keşiflere, ilaveler yaparak bugünkü terakkiyi kendilerine mal ediyorlar. Yalnız kendi keyiflerini, zevklerini, menfaatlerini düşünenler kötülüklerini ortaya koyduğu için, fen ve sanatı emreden İslamiyet�e gericilik diyorlar. Yahudiler, hıristiyanlar, hatta başka din mensupları da Cennete, Cehenneme inanıyor, mabedleri dolup taşıyor. Bu inananlara gerici demediklerine göre, fenne, sanata değil, zevk ve safaya, ahlaksızlıklara ilericilik dedikleri anlaşılıyor. Böyle asılsız ve haksız yalanlarla, İslamiyet�e küstahça, ilk saldıran İngilizlerdir. [İngiliz Casusunun İtirafları kitabında kâfi bilgi vardır.]

Şimdi müslümanların İslamiyet�in emrettiği, fen bilgilerine de sarılmaları, yine büyük sanayi kurarak yeni aletler yapmaları, hıristiyanlardan üstün olarak, bütün insanlığı saadete kavuşturmaları gerekir.

Fennin ilerlemesi ve dinimiz
Sual: İslamiyet�in fen bilgilerine bakış açısı nasıldır? Fen ilerledikçe dinin zayıflayacağı doğru mudur?
CEVAP
Kesinlikle yanlıştır. İslami ilimler, (Akli ilimler) ve (Nakli ilimler) olmak üzere ikiye ayrılır:
Nakli ilimler, aklın ve dimağ gücünün dışında ve üstündedir. Bunlar, (edille-i şeriyye) denilen dört kaynaktan meydana çıkmıştır. Bunlara (Din bilgileri) denir.

 

Akli ilimler, his organları ile duyularak, akıl ile incelenerek, tecrübe edilerek ve hesaplanarak elde edilir. Bu ilimler, nakli ilimlerin anlaşılmasına ve tatbik edilmesine yardımcıdır. Öğrenilmeleri farz-ı kifayedir. Bu ilimler, matematik, mantık ve bütün tecrübi ilimlerdir. Bunlara (Fen bilgileri) de denir. Demek ki (fen bilgileri) İslami ilimlerin bir koludur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Hikmet, yani fen ve sanat müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alması gerekir.) [İbni Asakir]

Bir İslam şehrinde, fennin yeni bulduğu bir alet, bir vasıta yapılmayıp, bu yüzden bir müslüman zarar görürse, o şehrin idarecileri mesul olur. Fennin ilerlemesi, her yeni buluş, Allahü teâlânın varlığını, bir olduğunu, kudretini ve ilmini daha fazla meydana çıkarmakta, İslamiyet�i desteklemektedir. Büyük İslam âlimi Seyyid Şerif Cürcani hazretleri buyuruyor ki:
(Aklı olan, iyi düşünen bir kimse için, astronomi ilmi, Allahü teâlânın varlığını anlamaya çok yardım eder.) de buyuruyor ki:
(Astronomi ve anatomi bilmeyen, Allahü teâlânın varlığını ve kudretini iyi anlayamaz.), Neml suresindeki (Dağları, yerinde duruyor görüyorsun, Halbuki bunlar bulut gibi hareket etmektedir) âyet-i kerimesini açıklarken dünyanın nasıl döndüğünü açıklamaktadır.

İmam-ı Razi hazretleri
de, Enbiya suresinin 33. âyet-i kerimesinin tefsirinde; ayın, güneşin, yıldızların mihverleri ve yörüngeleri etrafında döndüklerini daha önceki âlimlerden alarak bildirmektedir. Fen adamları, İslam kitaplarını okuyunca Kur’an-ı kerimin her tecrübeyi, her buluşu, daha önceden aynen haber vermiş olduğunu görerek hayran kalmaktadır.

İmam-ı Gazalî hazretleri

Kadi Beydavi hazretleri

Fen bilgilerini iyice tetkik eden bir fen adamının Allahü teâlânın varlığını inkâr etmesi mümkün değildir. Bazı fen adamlarının dinsiz olmalarına ise, papazların ve cahil halkın bâtıl inanışları ve yanlış anlayışları sebep olmuştur.

İnsaflı fen adamları, eğer, Kur’an-ı kerimden çıkarılan, fenne bağlı bilgileri, bunların inceliğini, doğruluğunu, okuyup anlasalar, hepsi de hakikati görüp seve seve Müslüman olur. Hıristiyanlığın akla ve ilme aykırı hükümlerini okuyan bazı ilim adamları şüpheye düşmekte veya inkârcı olmaktadır.

Akıllı kimse, gökteki aya, güneşe, yıldızlara, yeryüzündeki bitki, hayvan ve acaip değişmelere baksa, Allahü teâlânın varlığına, birliğine ilim ve iradesinin kemaline, akılları durduran hikmetinin sonsuzluğuna, kudretinin büyüklüğüne ve nihayetsizliğine iman eder, nimetlerine şükreder.

Fen bilgileri, doğru iman sahiplerinin imanını kuvvetlendirir. İmanı bozuk olanlara faydası olmaz. O halde önce doğru imanın ne olduğunu öğrenmek gerekir.

Kur�an-ı kerim mucizesi
Kur�an-ı kerimde, o zamana kadar hiç bilinmeyen hususlar zikredilmiş midir? Bunu tetkik edelim:

Bugün dünyamızın nasıl meydana geldiği hakkında büyük ansiklopedilerde ve fen adamlarının kitaplarında şu malumat vardır:

(Milyarlarca sene evvel, bütün kâinat [Evren] bir tek parçadan ibaret idi. Bu tek parçanın ortasında birdenbire büyük bir infilak oldu ve bu tek parça birçok parçalara ayrıldı. Parçaların her biri başka bir cihete doğru gidiyordu. Nihayet, bu parçaların bazıları birbirleriyle birleşerek muhtelif seyyareler [gezegenler] ve ayrı ayrı galeksiler [saman yolları], güneşler ve peykler [aylar] meydana getirdiler. Artık Fezada [uzayda] bu ilk patlamaya karşı bir mukavemet kalmadığından, bu seyyareler ve uydular ve bunların içinde bulundukları galeksiler fezada kendi mahreklerinde [yörüngelerinde] devr etmeye [dönmeye] ve yüzmeye devam ettiler. Dünya, içinde güneşin de bulunduğu bir galeksidir. Kâinatta sayılamayacak kadar çok galeksiler vardır. Kâinat, gittikçe genişleyen bir manzume [sistem]dir. Galeksiler yavaş yavaş dünyadan uzaklaşmaktadır. Çünkü, Kâinat, genişlemektedir. Bir kere, süratleri ziyanın süratine varırsa, artık öteki galeksileri görmemize imkan kalmayacaktır. Şimdiden, daha kuvvetli teleskoplar yapmaya mecburuz. Zira, bir müddet sonra, onları göremeyeceğimizden korkmaktayız) diyorlar.

Kendileri ile görüştüğümüz fen adamlarına, (Bu neticeye ne zaman vasıl oldunuz?) dediğimiz zaman, (Şöyle böyle 50-60 seneden beri, bütün dünya fen adamları bu kanaatlerde birleşmiştir) demektedirler. 50-60 sene, dünya hayatında çok kısa bir fasıladır.

Şimdi hemen bu hususta âyet-i kerimelerde ne buyurulduğuna bakalım:

(İnkâr edenler, gökler ve Erd küresi birbirlerine yapışık iken onları ayırdığımızı bilmezler mi?) [Enbiya 30]

(İnkâr edenlere bir delil de, gecedir. Biz, ondan gündüzü sıyırıp çekeriz de onlar karanlıklara gömülürler. Güneş, kendisi için belirlenen yerde akar (döner.)
[Yasin 37,38]

Demek oluyor ki, Allahü teâlâ, fen adamlarının ancak 50-60 sene evvel meydana çıkarabildikleri dünyanın yaratılışını bundan tam 1400 sene evvel insanlara bildirmiştir.

Şimdi yine fen adamlarına dönelim:
Biyologlar: (Bugün hayatın nasıl meydana geldiğini şöyle açıklıyoruz: Dünyanın ilk havasında amonyak, oksijen ve karbonik asit vardı. Yıldırımların tesirleri ile bunlardan amino-asitler meydana geldi. Milyarlarca sene evvel, ilk defa su içinde protoplazma husule geldi. Bunlardan ilk amibler meydana çıktı. Hayat suda başladı. Sudan karaya çıkan canlılar, havadan amino-asitleri alarak proteinli bünyeler meydana getirdiler. Görüldüğü gibi, bütün canlılar sudan gelmektedir ve ilk canlılar suda teşekkül etmiştir) diyorlar.

Şimdi, âyet-i kerimelerde ne buyurulduğuna bakalım:

(İnkâr edenler, bütün canlıları sudan yarattığımızı bilmezler mi?)
[Enbiya 30]

(İnsanı sudan
[meniden] yaratarak erkek ve kadın akrabalar yapan Allah�tır.) [Furkan 54]

(Yerin yetiştirdiklerinden, insanların kendilerinden ve henüz mahiyetini bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allahü teâlâ her türlü ayb ve noksandan münezzehdir.)
[Yasin 36]

Burada, nebatatı ve hayvanatı tetkik edenlere ve bunların yanında (Bilmedikleri şeyler) buyurarak, insanların ancak zamanla ve yavaş yavaş bulabildikleri, atom enerjisi gibi, yeni kaynakları inceleyen ilim adamlarına imalar, işaretler vardır. Nitekim âyet-i kerimede mealen buyuruluyor ki:

(Gökleri ve yerleri yaratması, renklerinizin ve lisanlarınızın ayrı olması, Onun varlığının âyetlerinden
[işaretlerinden]dir. Doğrusu burada âlimler [anlayış sahipleri] için ibret vardır.) [Rum 22]

Demek oluyor ki, (lisan ve renk farklarında) henüz bizim bugün daha bilemediğimiz bazı incelikler vardır. Bunlar zamanla meydana çıkacaktır.

Şimdi, dünyanın sonu hakkındaki malumatımızı tetkik edelim. Fen adamları, (Dünyanın muhakkak sonu gelecektir. Nitekim, kâinatta bazen bir seyyare parçalanıp ortadan kaybolmaktadır. Bizim tetkiklerimize göre, dünyamız, önceden kat�i olarak hesap edemediğimiz bir zaman sonra, muvazenesini kaybederek param parça olacaktır) demektedirler. Halbuki bunu Kur�an-ı kerim bize 1400 sene evvel bildirmiştir. Âyet-i kerimelerde mealen buyuruluyor ki:

(Yer dehşetle sarsıldıkça sarsıldığı, yeryüzü ağırlıklarını dışarıya çıkardığı zaman.) [Zilzal 1,2]

(Size,
[varlığına ve birliğine delalet eden] âyetlerini, mucizelerini gösteren, size gökten rızk indiren Odur. Bu âyetlerden, işaretlerden Allah�a inananlardan başkası ibret almaz.) [Mümin 13]

Buradaki (gökten rızk indiren) tâbiri, çok kereler Musa aleyhisselam ve kavmi, çölde yolunu kaybettiği zaman, gökten inen (Kudret helvası) denilen ve bugün de susuz yerlerde peyda olan Manna adlı şekerli maddeyi işaret olabilir denilmiştir. Halbuki bu açıklama yanlıştır. Tefsir kitaplarında, âyet-i kerimedeki (Size gökten rızk indiren) mealindeki kısım, (Size gökten rızkınızın sebebi yağmur ve gayrilerini [kar, rutubet] indiren Allahü teâlâdır) şeklinde tefsir buyurulmuştur. Çünkü Allahü teâlâ, bizim rızkımızı hakikaten semadan indirmektedir.

Bunu biraz izah edelim. Bugün, en büyük fen adamları, dünyada albüminlerin, proteinlerin nasıl meydana geldiğini şöyle izah etmektedir: (Yağmurlu günlerde yıldırım ve şimşeklerin tesirleri ile havadaki oksijen ve azot birleşerek renksiz azot monoksit gazını meydana getirmekte, bu gaz tekrar oksijenle birleşerek, turuncu renkli azot dioksid, diğer taraftan yine yıldırım ve şimşeklerin tesiri ile havadaki rutubet ve azottan, amonyak meydana gelmektedir. Azot dioksid ise, rutubetin tesiriyle nitrik aside dönüşmekte, bu sefer nitrik asit ile amonyak, yine havada bulunan karbonik asitle birleşerek amonyum nitrat ve amonyum karbonat hasıl olmakta, meydana gelen bu tuzlar, yağmurla yer yüzüne inmektedir. Yer yüzünde bu tuzlar toprakta bulunan kalsiyum tuzları ile birleşerek kalsiyum nitratı meydana getirmekte, bu tuz da nebatat [bitkiler] tarafından mass edilerek [emilerek] onların yetişmesine sebep olmaktadır. Bu nebatatı yiyen insanlarda ve hayvanlarda, o maddeler muhtelif proteinlere, [ki bunların arasında albüminler de vardır] tehavvül etmekte ve bu hayvanların etlerini, sütlerini, yumurtalarını yiyen insanları beslemektedir. O halde, insanların rızkı, Kur�an-ı kerimde bildirilmiş olduğu gibi, semadan gelmektedir.)

Son olarak, Kur�an-ı kerimin Muhammed aleyhisselamın en büyük mucizesi olduğuna dair, herkesin bildiği bir olayı, bir hakikati burada tekrar hatırlatalım:

Müslümanlığı tercih edenlerin arasında denizaltı araştırmaları ile bütün dünyanın yakından tanıdığı, dünyanın en meşhur denizaltı kâşiflerinden Fransız ilim adamı Kaptan Kusto yer alıyor.

Televizyonda yayınlanan Yaşayan Deniz programı ile okyanusların sırlarını bir bir gözler önüne getiren Kaptan Kusto, İslam dinini tercih etmesine asıl sebep olan vak�anın, Atlas Okyanusu ile Akdeniz sularının birbirine karışmadığını tespit ettikten sonra, bunun 1400 sene önce dünyaya indirilen Kur�an-ı kerimde beyân buyurulduğunu görmesi olduğunu bildirdi.

Kaptan Kusto, İslam dinini tercih etmesine sebep olan hadiseyi şöyle anlattı:
(1962 senesinde Alman ilim adamları, Aden körfezi ile Kızıldeniz�in birleştiği Mendeb boğazında, Kızıldeniz�in suyu ile Hind Okyanusunun suyunun birbirine karışmadığını bildirmişlerdi. Biz de, Atlas Okyanusu ile Akdeniz�in sularının birbirine karışıp, karışmadığını tetkik etmeye başladık. Evvela, Akdeniz�in kendine has sıcaklığı, tuzluluğu ve kesâfeti ile ihtiva ettiği canlıları tespit ettik. Aynı tetkikatı Atlas Okyanusunda tekrarladık. İki su kütlesi binlerce seneden beri Cebelitarık boğazında birleşiyordu. Bu vaziyette, iki su kütlesinin karışması ile tuzluluk, kesâfet gibi unsurların birbirlerine müsavi, hiç olmazsa yakın olması icap ediyordu. Halbuki, her iki denizin en yakın kısımlarında bile deniz suyu kendi hassasını koruyordu. Yani, iki denizin birleşme noktasında bir su perdesi iki deniz suyunun birbirine karışmasına mani oluyordu. Bu hâli anlattığım [İslamiyet’i seçerek müslüman olan] Profesör Maurice Bucaille, bunda şaşılacak bir şey olmadığını, İslam�ın kudsi kitabı Kur�an-ı kerimin bunu açık bir şekilde yazdığını söyledi. Hakikaten bu hâl Kur�an-ı kerimde açıklanıyordu. Bunu öğrenince Kur�an-ı kerimin (Allah kelamı) olduğuna inandım. Hak din olan İslamiyet�i seçtim.)

Birbirine karışmayan iki denizin bulunduğu hususunda birkaç âyet-i kerime vardır:
(Birinin suyu tatlı ve susuzluğu giderici, diğerinin ki tuzlu ve acı iki denizin arasına bir engel, aşılamaz bir serhat koyan Odur.) [Furkan 53]

(İki deniz, birbirine bitişik iken,
[Rabbinizin koyduğu engel ile] birbirine karışmaz.) [Rahman 19, 20]

(….iki deniz arasına perde koyan…)
[Neml 61][Fatır 12]

(İki denizden biri tatlıdır, harareti keser, içimi kolaydır. Diğeri de tuzludur, boğazı yakar.)

Yukarıdaki bilgileri, (Kur�an-ı kerimde bildirilen şeyler, fen bilgilerine uymuyor, Muhammed �aleyhisselam� arkadaşlarıyla kendi yazdı) diyenlere cevap olarak yazıyoruz.

İslam âlimleri, tefsir ilminin mütehassısları, âyet-i kerimeleri, zamanlarındaki fen bilgilerine göre tefsir etmişlerdir. Biz burada, Kur�an-ı kerimin her asırdaki fen bilgilerine uygun olduğu gibi, en yeni keşiflere de muvafık olduğunu göstermek istiyoruz. Her âyet-i kerimenin birçok, hatta sonsuz manası vardır. Çünkü, Allahü teâlânın bütün sıfatları gibi, kelam sıfatı da sonsuzdur. Bu manaların hepsini, ancak Kur�an-ı kerimin sahibi, yani Allahü teâlâ bilir. Bunların çoğunu sevgili Peygamberine bildirmiştir. Bu mübarek Peygamberi de, münasip gördüklerini Eshabına haber vermiştir. Yukarıda verdiğimiz malumat, o manalar deryasından birkaç damla olabilir kanaatindeyiz.

Şimdi biz, bütün bu fen adamlarına, (Acaba bu hakikatleri bundan tam 1400 sene evvel, okuma yazma öğrenmemiş olan bir zat düşünebilir miydi?) diye soracak olsak, onlar: (Böyle şey olur mu? Bugün, bu hakikatlere varmak için, insanlar sayısız kitaplar okumuşlar, sayısız tecrübeler yapmışlar ve ancak asırlardan sonra, bu hakikatlere varmışlardır. Bu tecrübeleri yapabilmek için, uzun seneler okumak, muazzam laboratuvarlar kurmak, birçok hassas aletleri hazırlamak ve kullanmak icap eder) diyeceklerdir.

O halde, okuma yazma öğrenmemiş olan ve tamamen cahil bir muhitte yetişen bir zatın, böyle muazzam ilmi hakikatleri kendiliğinden bulup ortaya koyması düşünülebilir mi? Elbette ki düşünülemez. O halde, Kur�an-ı kerimin Muhammed aleyhisselam tarafından yazıldığı iddiasını yapmak hiçbir bakımdan doğru değildir. Bugün, birçok gayretlerden sonra, elde edilen hakikatleri bize 1400 sene evvel bildiren bir kitab, ancak Allahü teâlânın Kitabı olabilir. Böyle muazzam bir kudret, insanlarda olamaz. Ancak Allahü teâlâda vardır. Yukarıdaki hususları dikkat ile okuyan herkes, buna inanacaktır. Buna inanmamak taassup, inatçılık ve cahillik olur. Muhammed aleyhisselam Kur�an-ı kerim surelerini neşr ederken, ancak Allahü teâlânın kendisine vahiy ettiği sözleri nakil ediyor, bunları O da, diğer insanlarla birlikte öğreniyordu.