Bilim adamları, kalp hücrelerini, embriyon kök hücresi kültürlerini, diğer yardımcı madde ve molekül kokteyli ile destekleyerek geliştirdi.ANKARA - Bilim adamları, organ nakli için kalp dokusunun laboratuvar ortamında yaratılmasına bir adım daha yaklaştı.
Kanadalı, ABD’li ve İngiliz araştırmacıların, laboratuvarda embriyon kök hücrelerinden elde edilen kültürlerden büyüttükleri insan kalbi hücreleri, kalp hastalığı olan farelere nakledildiğinde hayvanların kalp fonksiyonlarında belirgin düzelme görüldü.
Nature dergisinde de yayımlanan araştırmada, bilim adamları, kalp hücrelerini, embriyon kök hücresi kültürlerini, diğer yardımcı madde ve molekül kokteyli ile destekleyerek geliştirdi.
Yardımcı molekülleri embriyon kök hücreleriyle tam zamanında destekleyen araştırmacılar, böylece hücreleri, kalp hücresinin üç ayrı türünün olgunlaşmamış hali içinde büyümeye teşvik ettiler.
Bilim adamlarının ürettikleri “kardiyomiyosit, endotelyal hücreler ve yumuşak damar kası hücreleri” adı verilen 3 ayrı tür hücre, kalp kasını oluşturan en önemli unsurlar.
Araştırmaya katılan Toronto’daki McEwen Rejeneratif Tıp Merkezi’nden Dr Gordon Keller, “Bu gelişme, temel ve klinik araştırmalarda kullanmak üzere değişik türde insan kalbi hücresini etkin ve doğru bir şekilde yapabileceğimiz anlamına geliyor” dedi.
Keller, gelecekte de bu hücrelerin, kalp krizi sonrası hasar gören kalplerin onarımında yeni stratejiler geliştirmek için çok etkin şekilde kullanılabileceğini söyledi.
Tiroid gözlerin şeklini bozuyor
‘Çok çalışan tiroid’ gözlerde 15 sorun yaratıyor!
İSTANBUL - Tiroid bezinin fazla çalışması çeşitli rahatsızlıkları da beraberinde getiriyor. Acıbadem Göktürk Tıp Merkezi Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Cihan Ünlüçerçi, tiroid bezinin fazla çalışması nedeniyle hastaların göz kapaklarında çekilme olduğunu, göz küresinin beyaz bölümüyle birlikte daha çok görünür hale geldiğini söyledi.
Gözlerdeki şekil bozukluğunu gidermek için 3 ayrı tedavi yöntemi bulunduğunu belirten Dr. Ünlüçerçi, “Orbita Dekompresyonu” denilen cerrahi yöntem ile gözün eski görüntüsüne kavuşmasını sağlayabildiklerini söyledi.
Dr. Cihan Ünlüçerçi, tiroid bezi çok çalışan hastaların gözlerinde oluşan rahatsızlıkları şöyle sıraladı:
Yanma ve sulanma
Gözlerde kum atılmış gibi batma hissi
Işığa hassasiyet oluşması
Bulanık görme
Özellikle yanlara ve yukarı bakışta artan gözlere baskı hissi
Şişmiş ve kızarmış gözkapakları
Göz kapaklarının çekilmesi
Aşağı bakışta üst göz kapağının geç düşmesi
Gözünü çok az kırpabilme
Göz iltihapları
Gözlerin ileri fırlaması
Göz kapaklarının tam kapanamaması
Baş ağrısı
Çift görme
Çok nadir olmakla birlikte kalıcı görme kaybı
Tiroid bezi çok çalışınca oluşan göz rahatsızlıkları nasıl gideriliyor?
Gözde oluşan rahatsızlıkları gidermek amacıyla başlıca üç tedavi yöntemi kullanılıyor:
Tiroid bezinin cerrahi olarak çıkarılması
Radyoaktif iyot tedavisi
Göz arkasındaki dokuların tıbbi-cerrahi yöntemle tedavisi
ÜÇ TEDAVİ YÖNTEMİ KULLANILIYOR
Tiroid bezinin cerrahi olarak çıkarılması: Fazla çalışan bez ameliyatla alınır ancak bu ameliyat gözdeki değişiklikleri kesin olarak önlüyor denilemez.
Radyoaktif iyot tedavisi: Bu yöntemle radyo aktif madde bezde tutulur ve fazla çalışan hücreleri tahrip eder. Ancak bu arada alınan iyot de vücutta bazı reaksiyonları tetikleyebileceği için mutlaka öncesinde kortizon tedavisine başlamak gerekiyor.
Göz arkasındaki dokuların tedavisi: Bu da tıbbi tedavi ve cerrahi tedavi olmak üzere ikiye ayrılır.
TIBBİ TEDAVİDE NELER YAPILIYOR?
Göz arkasındaki yağ dokusu ışınlanır. Kimi kliniklerde 10 günde kimi kliniklerde 20 haftada tamamlanan bir ışınlama sürecinden sonra tedavi tamamlanır. Ama bu korkutucu gelmesin çünkü bu tedavide verilen dozlar kanser hastalarına verilen dozun çok çok altındadır. Ayrıca güneş yanığı gibi ciltte sadece bir kızarıklıktan başka yan etkisi yoktur.
CERRAHİ TEDAVİDE NELER YAPILIYOR?
Bu hastalığın aktif dönemi genellikle 3-5 yıl sürer. Bu nedenle en az 6 ay tiroid bezi fonksiyonlarının normale dönmesi, gözde hiçbir enflamasyonun (iltihabın) olmaması gerekir. “Orbita dekompresyonu” denilen yöntemde, göz çukurluğunun içini dolduran yağ dokusunun bir kısmı alınabilir. Ya da göz çukurunun çevresindeki kemik duvarlar kırılarak, gözün arkasındaki yağ dokusunun buralara sarkması ile göz sinirinin üstündeki baskı azaltılır. Bu ameliyatlardan sonra gözün arkasındaki yağ dokusu farklı bölgelere kayabileceği için çift görme olabilir. O zaman gerekli şaşılık ameliyatları yapılabilir. Son adımda da gözleri tam kapatmayan göz kapakları ameliyatla uzatılır. Böylece uyurken gözlerin kapanması ve günlük hayatta da hastanın hastalık öncesindeki durumuna kavuşması sağlanır.
Bu yöntemler başarılı oluyor mu? Başarı yüzdeleri nedir?
Bu yöntemler oldukça başarılı oluyor. Başarı yüzdeleri yüzde 80 oranında. Ancak yapılacak girişimlerin zamanlaması büyük önem taşıyor. Görme tehdit altındaysa, acil girişim gerekiyor. Bunun dışında en uygun zamanın beklenmesi gerekiyor.
Her tiroid bezi fazla çalışan hastanın gözlerinde sorun oluyor mu?
Tüm hastalarda az veya çok gözlerde bazı değişikliklerin olduğunu biliyoruz. Küçük bir kısım hasta kendilerinin dahi farkında olmadığı bazı değişikliklerle bu hastalığı atlatırken hastaların yüzde 75’inde gözle görülür değişiklikler oluyor. Hastaların yüzde 25-30’unda ise değişiklikler çok ağır gerçekleşiyor.
Bu görüntü hastalığın hangi evresinde ortaya çıkıyor? Önceden kontrol etmek mümkün değil mi?
Hastalık hem tiroid bezinin fazla çalışması hem de vücudun yanlışlıkla kendi dokularına karşı ürettiği antikor dediğimiz maddelerden oluştuğu için bunları önceden kestirmek pek mümkün değil. Yapılan tedavilerin çoğu oluşmuş değişiklikleri düzeltmek yönünde. Yalnız bildiğimiz kesin bir şey varsa o da sigara içmenin bu hastalığı kötü etkilediği ve şikayetleri artırdığı. Son zamanlarda antioksidanların ve selenyumun, hastalığın etkilerini azalttığına dair yayınlar çıkıyorsa da bu konunun daha araştırılması gerekiyor. Bu değişikliklerin önceden kontrolü günümüzde henüz mümkün değil.
Tıbbi hatalar ölüm nedenleri arasında ilk beşte
Dünya genelinde, ilaç kullanımı, cerrahi müdahale, hastane enfeksiyonları, hastane içinde meydana gelen intiharlar ile düşmeler gibi önlenebilir tıbbi hataların, ölüm nedenleri arasında ilk beş içinde yer aldığı belirtildi.
Tıbbi hatalara ilişkin çalışmaların 2000’li yıllardan sonra hız kazandığını, bu konuda tüm dünyada önemli araştırmalar yapıldığını belirten Bulun, hataları önlemeye yönelik yeni düzenlemelerin hazırlandığını ve hasta güvenliğinin artırılmaya çalışıldığını söyledi.
Bulun, ABD’de, Institute of Medicine tarafından yayımlanan bir raporda, “ABD’de her yıl 44-98 bin kişinin önlenebilir tıbbi hatalar sonucu yaşamını yitirdiğinin” ifade edildiğini belirterek, “Bu ölümler göz önüne alındığında, tıbbi hatalara bağlı ölüm oranının, tüm ölümler arasında ilk beşte olduğu belirlenmiştir” dedi.
Her yıl en az 100 bin kişinin tıbbi hatalara bağlı nedenlerden dolayı ölmesinin dikkate alınması gerektiğini anlatan Bulun, “Verilere göre, ABD’de hastaneye yatışların yüzde 3.4’ü istenmeyen bir hatayla sonuçlanıyor. Her yıl 44-98 bin kişi tıbbi hata nedeniyle yaşamını yitiriyor. İngiltere’de yüzde 11, Avustralya’da ise yüzde 16,7 oranında tıbbi hatalara bağlı ölüm görülüyor” bilgisini verdi.
Bulun, “Türkiye’de ise bu konuda bir araştırma sonucu bulunmuyor. Türkiye’de yaklaşık 105 bin hekim var. Her hekim yılda bir defa hata yapsa 105 bin hata eder. Hekim başına bir hata önemli değil gibi gözükse de toplamda ciddi oranlardır” diye konuştu.
HATALARIN ORTAYA ÇIKMASININ ENGELLERİ
“Hekimler ve sağlık çalışanlarının hata yapmaları durumunda cezalandırılmalarının, önlenebilir tıbbi hataları azaltmayacağı” görüşünü savunan Bulun, “hasta yakınları tarafından fiziksel şiddete maruz kalma ve meslekten uzaklaştırılma-men edilme, meslek camiasında yanlış tanınma gibi kaygıların hatanın açıklanmasını engellediğini” öne sürdü.
Bulun, her hekimin hata yapabileceğinin kabul edilmesi gerektiğini, önemli olanın hatanın “neden” yapıldığının belirlenmesi olduğunu ifade ederek, “Hekimler, hekim hatasının kesinleşmediği durumlarda dahi hasta yakınları tarafından fiziksel şiddet görebiliyor. Hatta, yargısız infaz yapılarak hekimin öldürülmesine kadar uzanıyor” dedi.
HATANIN BİLDİRİLMESİ
Hekimlerin, yapılan hataları açıklayabilmesi için “Hata Raporlama” sisteminin oluşturulmasını öneren Bulun, “dernek olarak oluşturmayı planladıkları sistemle, kimlik belirtilmeksizin hatanın sisteme bildirilmesini amaçladıklarını” söyledi.
Bulun, “Bu sistemde, hekimler kendi kimliklerini, hastalarının kimliğini ve kurumunu yazmadan hatayı yazabilecekler. Doktor, sisteme girerek, ‘A ilacı yerine B ilacını verdim. Hasta şu tür bulgular gelişti gibi’ açıklama yazacak” dedi.
Bu bilgiler doğrultusunda inceleme yapılacağını anlatan Bulun, hatanın, doktorun yoğun çalışmasından mı, hastanın kimliğinin karışmasından mı yoksa ilaçların isim benzerliğinden mi kaynaklandığının belirlenmesine çalışılacağını kaydetti.
“HATALARIN YÜZDE 98’İ SİSTEMDEN KAYNAKLANIYOR”
Bulun, tıbbi hataların yüzde 98’inin sistemden kaynaklandığını belirterek, öncelikle sistemin sorgulanması gerektiğini söyledi.
Kaliteli bir sağlık hizmeti verilebilmesi için başta hekimler olmak üzere sağlık çalışanlarının sayısının yeterli olması gerektiğini savunan Bulun, “Günde ortalama 50 hasta muayene edebilecek olan bir hekimin 100 hasta görmesi fiziksel ve düşünsel yorgunluk yaratacağı, dikkati azaltacağı için hataya neden olabilir” diye konuştu.
Bulun, hasta bileziklerinde de renk standardının sağlanması gerektiğini belirterek, “Hasta bileziklerinin rengi hastaneden hastaneye değişiyor. Örneğin kırmızı bileklik tüm hastanelerde alerji anlamına gelmeli, çeşitlilik göstermemeli” dedi.
“HATALARIN YÜZDE 48’İ CERRAHİ”
Bulun, “cerrahi hataların tıbbi hataların yüzde 48’ini oluşturduğunu” ifade ederek, yanlış ilaç kullanımının, hastane enfeksiyonlarının, hastane içinde meydana gelen intiharların ile düşmelerin önlenebilir tıbbi hatalar olduğunu söyledi.
Cerrahi hataları engellemek için hastanın ameliyat olacağı yerin mutlaka işaretlenmesi gerektiğini belirten Bulun, “Böylece ‘beli yerine boynundan ameliyat edildi’ gibi haberler ile karşılaşılmaz” dedi.
Bulun, tıbbi hataların yüzde 20’sinin ilaçların hatalı kullanımından kaynaklandığını ifade ederek, “isimleri, kutuları, renkleri birbirine benzeyen ilaçlar bulunuyor. Riskli ilaçlarla diğer ilaçlar reyonlarda yakın yerlerde durabiliyor. Bunlar hataya neden olabiliyor” uyarısında bulundu.
Hastane enfeksiyonlarının da ciddi bir sorun olduğunu anlatan Bulun, hastane enfeksiyonundan korunmak için el temizliğine dikkat edilmesi, hasta ile her temastan önce ellerin iyice yıkanması gerektiğini söyledi.
Bulun, hastanedeki intiharların da hasta güvenliği kapsamında olduğunu, hastane personelinin, hastanın psikolojik durumunu iyi değerlendirmesi ve ona göre önlem alması gerektiğini belirterek, “Hastanede, hastanın intihar edememesi lazım. Bunun için hastanın ulaşabileceği yerlerde kesici alet, ilaç ve kendini asabileceği ip ve benzeri gereçler bulunmamalı” dedi.
Hastaların, hastane içinde yataktan ya da yürürken düşmesinin de tıbbi hatalar arasında olduğunu belirterek, “Düşmeye bağlı daha uzun süre hastanede yatan, sakat kalan hatta ölebilen kişiler oluyor. Düşme riski olan kişilerin yakın takipte olması, yanında bir yardımcının bulunması gerekir” diye konuştu. Bulun, ABD’de yapılan bir çalışmada, 400’ün üstünde hasta yatağına bağlı ölüm olduğunun bildirildiğini, yatakların yan tarafındaki parmaklıklara hastanın başının sıkışabildiğini, yatağın yüksek olmasına bağlı düşmelerin olabildiğini söyledi.
Hasta yataklarının da karışabildiğini ve buna bağlı olarak yanlış tedavinin uygulanabildiğini dile getiren Bulun, servislerden bebek kaçırma, doğum sonrasında bebeklerin karışması gibi olayların da hasta güvenliği kapsamında olduğunu söyledi.